6 KERE 9 KAÇ EDER?
Akşam vakti eve gelen misafirler birçok öğrencinin korkulu rüyasıdır. Misafirler geldiği anda -genç ya da çocuk hiç fark etmez- öğrenci taifesini ele geçirir korku. Artık sıkı bir takip başlamıştır. Evin öğrencisi kurbanlık bir koyunun çaresizliğine benzer bir çaresizlikle misafirlerin her hareketini dikkatle takip etmeye başlar. Dudak hareketlerinin bile itinayla etüt edildiği bu gözlem sürecine içten içe dualar ve yakarışlar eşlik eder. Öğrencinin tek arzusu okul, dersler ya da sınavlar ile ilgili bir soruya muhatap olmamaktır. Ancak tüm bu çabalara ve iyi niyetli beklentilere karşın nefret duygusu ile karşılanan o soru bir yetişkinin dudakların mutlaka dökülür. “6 KERE 9 KAÇ EDER”
Eğitimle çok ilgili olduğumuzdan mıdır? Yoksa Kendi çocuklarımızı ilahla ki bir başka çocukla kıyaslama tutkumuzdan mı? Kestiremiyorum (!) ama kaçınılmaz son daima bu soruyla nihayet bulur. Şimdilerde çarpım tablosu adı verilen ama soru sahibi amcaların daima “kerrat cetvelini bilmiyor musun yoksa” şaşkınlığı ile geleneksel zeminine oturan bu soru sanırım çocuklarımızın aklında matematiğe karşı oluşan tabunun en belirgin ifadesidir. Zaten sorulan soru öğrenci tarafından cevaplanamıyorsa bu durum yerde ki halının bütün desenlerini dakikalarca inceleyen o masum gözlerden hemen okunabilir.
Neden pat diye böyle sorular sorularak çocuklar ayaküstü sınava çekilirler? Bu ayrıca bir yazı konusu olmaya değerdir diye düşünüyorum. Ancak ilginç olan istisnasız herkesin bu sınavı matematikten yapmasıdır. Matematiği çok seven bir toplum imajı yaratıyor insan aklında farkındayım ancak böyle olmadığını hepimiz biliyoruz. Soruları daima matematikten sormamızın nedeni matematiği çok sevmemizden kaynaklanmıyor elbette. En iyi “başarı” ayıracı olarak matematiği görüyoruz.
“Bir öğrenci matematik biliyorsa başarılıdır.” Toplumumuzun başarıyı ölçmede kullandığı temel önerme işte budur. Eğer sorulan matematik sorusu öğrenci tarafından doğru cevaplanmışsa hüküm vermekte hiçbir beyiz görmeyiz, bahsi geçen öğrenci başarılıdır! Yok, maazallah yanlış cevap vermiş ya da daha kötüsü hiç fikir yürütememişse kesinlikle işe yaramazın tekidir! Güzel kompozisyon yazması, müziğe kabiliyetli olması ya da ne bileyim spor yapıyor olması hiç önemli değildir. Değil mi ki? 6 kere 9 işleminin sonucunu bilmiyor başarısızdır, vesselam!
Tabii ayaküstü matematik sınavı dediysem yanlış anlaşılmasın sınav sadece “kerrat cetveliyle” sınırlıdır. Bu da olsa olsa çoluk çocuğu matematikle sınamayı kendisine görev edinmiş yetişkinlerin matematik “bilgilerinin” derinliği(!) ile açıklanabilir ki bu da ayrı bir facia. Neyse ki henüz hiçbir çocuk bir yetişkine yüksek sesle “tencere dibin kara senin ki benden kara” kabilinden bir çıkışta bulunmadı da, yetişkinler halen sırça köşklerinde sınav yapmayı ve yaşamayı sürdürebiliyorlar.
Oysaki hem toplumsal hafızamızdan hem de ulusal ve uluslar arası ölçümlerin istatistikî neticelerinden anlaşılacağı üzere bugün olduğu gibi dünde toplum olarak matematik açısından çokta başarılı sayılmayız. Burada Seviye Belirleme Sınavı (SBS),ÖSYS veya Uluslar arası Öğrenci Değerlendirme Programı (PİSA) gibi ölçeklerin bizi ilgilendiren verilerini kâğıda dökerek sözü uzatmak niyetinde değilim,aslında sözün uzamasından ziyade bu verilere ihtiyaç duymayacak kadar durumun açık ve net olduğunu düşünüyorum.Matematik öğrenmede ve öğretmede ciddi problemler yaşıyoruz.
Elbette problemin temelini yetişkinlerin olur olmaz kerrat cetveli sormaları gibi sembolik bir durumun oluşturduğunu söyleyecek değilim. Ancak bu sembolik durumun altında ciddi sıkıntıların yattığı gerçeğini de görmemiz gerekiyor. Öncelikle günümüz pedagoji bilgisine göre zekânın farklı yönelimleri olduğunu, türlü öğrenme biçimleri bulunduğunu ve en önemlisi herkesin her şeyi her düzeyde öğrenmesinin mümkün ve gerekli olmadığını kabul etmemiz gerekiyor. Bu konuları önümüzde ki haftalarda köşemize taşıyacağız ancak sadece bu gerçekliği kabul etmek bile bizlere veli olarak, öğretmen olarak ve toplum olarak sorunun çözümünde büyük katkılar sağlayacaktır.
Harezmi’den, Ali Kuşçu’ya,Biruni’den,Uluğ Beye kadar dayanan ve Cahit Arf ve Feza Gürsey gibi dünya çapında tanınan ve kabul görmüş matematikçiler yetiştirmiş bir toplumun matematik öğrenememesinde sorgulanması gereken bir çok parametre olduğu açıktır.Kaldı ki Ulu Önder Atatürk’ün matematik ve geometri kavramlarını bizzat Türkçeleştirmek üzere yaptığı çalışmayla dilimize bu kavramları kazandırmanın yanı sıra Türkçenin matematiğe yatkınlığını da ortaya koyduğu gerçeğini de hesaba katarsak, ister istemez bu konuya yönelmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Bir açıdan bakıldığında algı her şeydir. Yanlış okumadınız algı her şeydir! Bir şeyin iyi, güzel, faydalı ya da keyifli olması insanın algısında ki ifadesi göz ardı edilerek anlamlandırılamaz. Eğer iyi bir şey ama herhangi bir şey insan algısında iyi olarak algılanmıyorsa o artık iyi değildir. Bu örneği tüm duygu durumları için geliştirebilirsiniz. Algıda uyanmadıkça iyi iyi değildir, güzelde güzel. Faydalı olan faydasız görülür, gerekli olan gereksiz…
Bu nedenledir ki öncelikle matematiğe yönelen algımızı değiştirmemiz gerekiyor.Matematik zordur,karmaşıktır,matematiği başaran öğrenci her dersten başarılı olur gibi tutum ve yaklaşımlar ve bu algının doğal sonucu olan “ayak üstü sınav” benzeri uygulamalardan el etek çekmek matematiği en azından algımızda bir sorun olmaktan çıkaracaktır ki bu da az birşey sayılmaz.
Elbette algıyı değiştirmeye yönelik tutumlar tek başına yeterli olmayacaktır.Öncelikle her bir öğrencinin kendine has bir öğrenme sitili olduğunu unutmamalıyız.Öğrencinin öğrenme sitilini keşfetmek ve onun bu mecradan gelişimini desteklemek kısacası bireysel bir öğrenme modeli kurgulamak oldukça önemli.Aksi halde deyim yerindeyse herkese aynı gömleği biçmenin kimseye hiçbir faydası olmamaktadır.”Ders çalış” telkini bu işin nasıl yapılacağı konusunda somut ve taktiksel bir teşfiğe dönüşmedikçe sonuç almak neredeyse imkansızdır.
Diyelim ki algımızı terk ettik ve öğrenmenin bireysel farklılıkları olduğu gerçeği ile yüzleşip işin bu yanına da dikkat etmeye başladık.Peki bu kadar mı? Hayır,sonuca ulaşmak için sanırım başka bazı adımlarda atmak gerekiyor. Matematik sanıldığı gibi sayılardan,denklem ve formüllerden ibaret insan eliyle yapılmış bir bilim değildir.Matematik tabiatın kadim yasaları içerisinden insanoğlunun bulup çıkarttığı,keşfettiği özel bir bilimdir.Bir dildir diyebilriz matematik için.Matematik bir düşünce sistemidir,sanırım sırf bu sebeple Hukuk Fakültesi de dahil olmak üzere pek çok akademik bölümün 1.sınıfında matematik okutulur.Matematiğin bu yönünü öne çıkartmak büyük bir önem taşıyor. Bu kadar derin ve köklü bir sistematiği rakamlar ve sembollerin gölgesinde karanlığa gömmeye kesinlikle hakkımız yok!
Elbette en önemli konulardan biride aşırı bilgi yüklemesi yapmanın, öğrenmenin temelini detaylara boğdurmanın ve bilgiye dayalı yoğun içerikli müfredat yapısının kaçınılmaz olarak bireyleri ezberciliğe sevk ettiğini unutmamak gerekiyor. Ayşe’nin parası,Mehmet’in yaşı,dolmayan dolunca boşalmak bilmeyen havuzlar,işi çileden çıkaran işçiler ve illaha ki daima kara bir çalı gibi boy gösteren “x” ler!.. Artık matematik gençlerimiz ve çocuklarımız için bu anlama gelmemeli.Elimizden başka hiç birşey gelmiyorsa bile onların matematik dışında ki ilgilerine de kıymet verebilir ve kerrat cetveli sormaktan vazgeçebiliriz.