ASLI’NIN DUVAĞI

23.09.2013 20:58

 

Çocukluk günlerimin en büyük kâbusu Aslı’ydı. Kâbus dediysem bir korku filmi senaryosu gelmesin aklınıza. Olur olmaz zamanlarda eciş bücüş bir korku kahramanına dönüşmüyordu Aslı! O da benim gibi sıradan bir çocuktu ve aynı zamanda sınıf arkadaşımdı. Aslı’yı zihnimde kâbusa dönüştüren ise anneannesinden başkası değildi.

            Aslı’nın anneannesi genç yaşta emekli olmuş, eşini kaybettikten sonra dünya işlerinden elini eteğini ebediyen çekmiş ve torun büyütmeyi kutsal bir iş edinerek yaşamını sürdüren, bir bayandı. Adını bugün bile hatırlamıyorum ama gelin biz ona Hayriye Teyze diyelim.

            Hayriye Teyze’nin bütün dünyası Aslı’ydı. Sabah Aslı ile uyanır, Aslı’nın dersleri ile tüm günü geçirirdi. Sonrası, Aslı’nın bale kursu, yüzme kursu, resim kursu… Aslı kursunda amansız bir kursiyerdi, Hayriye Teyze! Tüm zaman Aslı’ydı, Hayriye Teyze için. Saati sorsanız Aslı’ya beş vardı, mesela! Günlerden Aslı’ydı ve en güzel mevsim ya İlk Aslı’ydı ya da Son Aslı! 

            Bu aşırılaşan ilginin beni ilgilendiren kısmı ise Aslı’ya ya da Hayriye Teyze’ye acımaktan çok daha öte bir şeydi. Hayriye Teyze, bir külte dönüşen ilgisi neticesinde o kadar çok, her yerde ve her şeyde Aslı’sını görüyordu ki, ister istemez bende bu durumdan nasibimi alıyordum.

            Malum, 1980lerin sosyal yaşam koşullarında komşuluk ilişkileri bugünlerle kıyaslanmayacak düzeyde yoğundu. İnsanlar komşularını neredeyse her gün ziyaret ederlerdi. Bu gidip gelmelere “ziyaret” demek zül bile sayılabilir. Neticede ziyaret, arada bir yapılan faaliyettir ve “gelen tarafa” misafir denir. O zamanlarda komşuya misafir demek ayıp sayılırdı. Komşu neredeyse aileden bir fert gibiydi. 

            Ne yalan söyleyeyim ben Hayriye Hanım Teyze’nin ailemizden bir fert olarak algılanmasını hiç istemezdim. Aksine bu üst düzey samimiyet sinirime bile dokunurdu diyebilirim. Çünkü Hayriye Teyze ne vakit bizim eve gelse, içtiği çayın ilk bardağını henüz yarılamışken başlardı Aslı’yla beni kıyaslamaya. Kıyaslama dediysem öyle kabaca bir mihenk ölçüsünden bahsetmiyorum. Son derece büyük bir doğallıkla ve usta bir sarraf edasıyla yapardı “işini”.

            Çay bardağı, bir geminin rıhtımı terk edişi gibi dudağıyla vedalaşırken Hayriye Teyze, çevresini kibirli gözlerle süzer ve canı çekilmiş bir ağaç gibi işveli sesiyle ansızın söze giriverirdi.”Oğlanın dersleri nasıl?” Annem derslerimin iyi olduğunu anlata dursun Hayriye Teyze bu esnada beni çoktan göz hapsine almış olurdu.

Bu teyzeler böyledirler. Bir çocuğa acımasızca ve ulu orta bir soru soracakları zaman önce “maktulü” göz hapsine alırlar. İsterler ki soru için uygun zaman geldiğinde “kurban” avuçlarının içinde olsun. Hayriye Teyze türünün en gelişmiş örneklerinden birisi olduğundan ben yerimden bile kımıldayamaz ve yerdeki halı deseninin üçgenlerini saymaya başlardım. Bu kaçamak ve çocuksu “geometri” oyunu Hayriye Teyze’nin ikinci sorusuyla sona erdiğinde benim için dermansız dakikalar başlamış olurdu.”7 kere 8 kaç eder?”

Oldum olası matematiğim son derece iyidir fakat teyzenin hipnoz etkisi yaratan bakışlarından mıdır ne? Asla bu sorulara bir cevap verebildiğimi hatırlamıyorum. Cevapsız geçen birkaç saniyenin ardından hep bilindik son gerçekleşirdi. Hayriye Teyze sesine iliştirdiği yalancı bir acıma duygusu ile saldırısını ustaca gizler ve ballandıra ballandıra Aslı’nın kerrat cetveline olan hâkimiyetini anlatırdı anneme.

Çarpım tablosuyla sınırlı kalmayan bu sorgu sual, kimi zaman yapamadığım resimlere veya çalamadığım flüte sıçrar Hayriye Teyze sınav puanı, karne notu demeden her fırsatta aynı tabloyu oluştururdu. Misafirlik bitip de Hayriye Teyze’ye ait “düşman birlikleri” kendi “mevzilerine” çekilince ise bizim ev tam bir viraneye dönüşürdü.

İlkokulu bitirince Hayriye Teyze’den ve Aslı’sından kurtulmanın büyük mutluluğunu yaşadım. Ancak bu mutluluk uzun sürmeyecekti. Artık Aslı ile farklı okullarda olmamıza rağmen, Hayriye Teyze çarşıda pazarda bizi ne zaman görse Aslı’sının “büyük başarılarından” dem vuruyor ve her seferinde nur topu gibi bir kaos yaratıp kucağımıza veriyordu.

Anadolu Lisesi sınav sonuçları açıklandığında da Hayriye kâbusu vardı, sınava ilk girişimde üniversiteyi kazanamadığımda da! Tahmin edeceğiniz üzere bizim Aslı sınava ilk girişinde kazanmıştı üniversiteyi. Ama sonuçta bir yıl gecikmeyle de olsa bende üniversiteyi kazandım. Üniversite kazanma ölçüsünün zulmü sadece bir yıl sürmüştü.

            Fakat bu kez okulu bitirme faciasıyla karşılaşacağımdan habersizdim.4 yılda mezun olamadığım fizik bölümünü 6 yılda bitirene kadar geçen 2 yıla Hayriye Teyze damgasını vuracaktı.”Daha okul bitmedi mi? Aslı’nın ki bitti maşallah” şeklinde başlayan o uzun tiradı büyük bir keyifle oynadı Hayriye Teyze,2 yıl boyunca.

            Ne demişler, geç olsun ama güç olmasın. Sonuçta okulu da bitirdim ve artık rahata kavuştuğumu düşünmeye başladım. Ne ham bir hayal! Hayriye teyze bu durur mu? Bu kez de iş meselesini sorgulamaya başladı, nur yüzlü hayat! “İşe başladın mı?” Tahmininizde yanılmıyorsunuz! Aslı büyük bir şirkette hem de dolgun bir maaşla çokta işe başlamıştı. Neyse ki benimde işe başlamam uzun sürmedi.

            Gel zaman git zaman, bir yaz tatili gününde Hayriye Teyze de dâhil Aslı'nın tüm ailesi bize misafir oldular. Hayriye Teyzem hiç durur mu? Atladı söze ve evlenip evlenmediğimi sordu. Sanırım yılların birikimi ile hareket ederek ilk kez bir sorusuna cevap vermek yerine soru sorarak karşılık verdim. “Neden sordunuz, Aslı evde mi kaldı?”

            Sorduğum bu soru buz gibi bir hava oluşmasına neden olmuştu ama benim durmaya niyetim yoktu, durmadım da! Sırasıyla ve cevap almayı beklemeksizin sordum, Aslı'nın boyunu posunu, şeklini şemalini, iyi yemek yapıp yapamadığını, aylık kazancını… Dur durak bilmiyordum. Sorular giderek hızlanıyor, bense yılların intikamını alan müptezel bir sorgucuya dönüşüyordum. Sonra usulca durdum ve “insanlara böyle sorular sormamak” lazım diyerek müsaade istedim.

            Sanırım Aslı’nın duvağı halen çeyiz sandığının kuytu bir köşesinde kullanılacağı günü bekliyordur. Bu anekdotu okuduktan sonra lütfen aynaya bakın. Öyle lalettayin bir bakış olmasın ama bu bakışınız. İki gözünüzü aynadaki göz bebeklerinizin ortasına dikerek, uzun uzun bakın kendinize. Şayet aynadaki surette Hayriye Teyzelere benzer bir iz görüyorsanız, telaşlanın! Kendinizi gözden geçirin.

            Aksi takdirde, sanki eliniz ayağınız gibi sahiplendiğiniz Aslı’nıza da çevrenizde büyüyüp yeşermeye çalışan insan fidelerine de tüm iyi niyetlerinize rağmen sadece kötülük etmiş olacaksınız. Hayat sadece onu yaşamakla sorumlu olanın değil mi? O zaman teyzeler teyze, anneler anne, babalar baba ve öğretmenlerde sadece öğretmen olmalılar. Aksi halde yaşam, yanılsamalı bir çiğ tanesini gibi toprağa düşmeden havaya karışıp gider…