ENTROPİ VE EĞİTİM
"Kâinatta her şey kendini minimum enerjiye çekmek ister." Başka bir söyleyişle “Kâinatta her varlık, yapı ve sistem daha az enerjili ve daha düzensiz olmak ister” İşte bu özet cümle ile ifade edilen tabiat kanunu Termodinamiğin ikinci yasası ya da Entropi Kanunu olarak adlandırılır. Albert Einstein, bu kanunun bütün bilimlerin birinci kanunu olduğunu söylerken; Sir Arthur Eddington ondan, bütün evrenin en üstün metafizik kanunu olarak bahseder.”
Peki, daha anlaşılır bir dille entropi nedir? Örneğin bir binanın çatısından bırakılan bir futbol topu aşağı doğru düşer. Çünkü aşağı dediğimiz yer yukarı diye tarif ettiğimiz yerden daha düşük enerjili ve daha düzensizdir. Benzer şekilde deodorant şişesine “hapsedilmiş” gaz kütlesi kendisini dışarıya atmak ister. Çünkü dışarıda ki gazlar daha düzensizdirler. Masanın üzerinde duran bir bardak su yere düşüp kırıldıktan sonra su ve bardak kendilerini toplayarak geri masanın üzerine zıplamaz,zıplayamaz! Yani entropinin ortaya koyduğu düzensizlik daima sonraki zamana aittir ve eğilim daimi bir düzensizlik yönünde gerçekleşir.
Entropi yasasını birkaç kuru cümleyle izah etmek mümkün olmasa da bir noktaya daha değinmeyi de mühim görüyorum. Entropi faydalı enerjinin azalması anlamına da gelir. Faydalı enerjinin azalması yani yaşlanma! Entropi yasasına göre tabiatta her şey enerjisini azaltmaya yönelterek zaman içerisinde yaşlanır. Canlılar yaşlanır ve ölür, otomobiller paslanır ve evrendeki düzensizlik artar. Bu nedenle biz entropiyi “yıpranma” yasası olarak ta algılayabiliriz.
Einstain’in dediği gibi bu kanun bütün bilimlerin birinci ve biricik kanunu olduğuna göre mutlaka eğitim bilimi açısından da bir karşılığı bulunmalıdır. Esas olarak entropinin eğitim açısından iki temel karşılığı olduğunu söyleyebiliriz. Bunlardan birincisi düzensizlik bahsiyle ilgilidir.
Mademki tüm varlıklar maksimum düzensiz olmak istemektedir o halde insan doğasınında bu çerçevede ele alınması gerekir. İnsanlarda doğanın diğer tüm varlıkları gibi mümkün olduğunca “düzensiz” olmak isterler. Burada düzensiz sözcüğünün derin anlamına vakıf olmaya yönelen bir bakış açısı içerisinde olmalıyız. Şöyle ki; sözünü ettiğimiz düzensizlik dağınık ve pejmürde olmak değil bilakis nev-i şahsına münhasır olmaktır! Bu nedenle düzensizlik eğilimi söz konusu insan olduğunda bir tür “çeşitlilik” manası taşımaktadır.
Bireylerin entropik yönelimi, diğer bireylerden farklı olmak yani özgün olmak şeklinde ele alınabilir.Aksi taktirde oluşacak yeknesak insan topluluğuna “toplum” denilemeyeceği gibi bu topluluğu meydana getiren kimselere de hiç bir şart altında “birey” adını vermek mümkün değildir.
Bireyler farklı olmak eğilimine yöneldiklerine göre onlara verilecek eğitiminde toptancı ve tek bir yönelime sahip olması söz konusu değildir. İşte tam da burada karşımıza bireyselleştirilmiş eğitim yaklaşımı çıkıyor. Eğitim kaçınılmaz olarak her birey için o bireye uygun farklı bir frekansa yerleşmek durumundadır.
Bu tespit bereberinde oldukça yakıcı bir sorunuda ortaya çıkarıyor.Nasıl olacakta bir sınıfta bulunan tüm bireylere farklı bir yönelimle bireysel olarak hitap eden bir eğitsel süreç kurgulanacak? İlk bakışta neredeyse imkânsız görünen bu sorunun günümüz koşullarında oldukça basit bir cevabı var. Ancak öncelikle belirtmeliyim ki bu cevabı vermek yerine geleneksel öğretme merkezli ekolü takip ederek bir sınıfı tek bir modele indirgemek kaçınılmaz olarak birey olma olgusunu yok saymak olacaktır ki bu da entropi yasasını inkâr etmeye yani eşyanın tabiatına aykırı davranmaya neden olacaktır.
O halde kesinlikle homojen olmayan bir öğrenci grubu için bireysel eğitim vermenin yolu nedir? Bu sorunun cevabını aktif öğrenme olarak verebiliriz. Aktif öğrenme sayısız öğrenme tekniğini bünyesinde barındıran öğrenme merkezli bir sistemdir. Bu sistemde öğretmen öğretici olmaktan daha öte öğrenmeye rehberlik eden bir takım lideri pozisyonundadır.
Bireylerin doğrudan katılımıyla öğrenme sürecinde yer aldığı aktif öğrenme yaklaşımı sayesinde öğrenci kendi öğrenme biçimini yine kendi tavrıyla ortaya koyar ve değim yerindeyse öğrenilecek olandan nasibini alır. Böylece sınıf ortamında her öğrenciye hitap edebilen zengin çeşitliğe sahip bir öğrenme ortamı oluşturulmuş olur.
Elbette bu entropinin sınıfta sağlanması tek başına yeterli değildir. Özellikle ailelerin de bireysel öğrenmenin bir zorunluluk olduğunu fark etmeleri ve bu farkındalık vesilesi ile çocuklarının diğer bireylerden hatta kardeşlerinden bile farklı bir öğrenme stratejisine sahip oldukları gerçeği ile yüzleşmesi son derece önemlidir. Neticede “düzensizlik” arttıkça öğrenme düzeyi de artar.
Entropinin eğitim açısından ikinci işlevi ise “yıpranmadır” Mevlana Celaleddin Rumi’nin o güzel sözünü hatırlayalım, ne diyordu ten kafesinin çileli aşığı? “Dünle beraber gitti cancağızım, ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım”
Hayat büyük bir deveran ile değişip dönüşüyor. Böylece eğitim-öğretim ekolleri de sürekli bir yenilenme ihtiyacı ile karşı karşıya kalıyor. Bu nedenle gerek programların gerekse öğrenme süreçlerine ilişkin yöntem ve tekniklerin sürekli ve dinamik bir değişkenlik içinde olması gerekiyor. Aksi takdirde entropinin oluşturduğu faydasız enerji eskimeye ve yıpranmaya neden olur ki işte o zaman farkında olmadan amaçsız bir kör dövüşü hüküm sürmeye başlar.
Belki sözü fazlaca uzattığımı ya da dolandırdığımı düşünüyor olabilirsiniz ancak zaman zaman bireysel ve toplumsal farkındalığımızı tazelemek için kendimizden sıyrılmaya ve konumumuza dışarıdan bir gözün bakışlarıyla bakmaya ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Canım Türkçemizin Hayali şairinin dediği gibi
“cihan-ârâ cihan içindedir ârâyı bilmezler
ol mahiler ki derya içredir deryayı bilmezler”